9 Aralık 2015 Çarşamba

THE MUSKETEERS: KILIÇLARI KAPIN GİDİYORUZ

Alexandre Dumas'ın The Three Musketeers romanı milyonlarca kez sinemaya ve TV'ye uyarlanmıştır. Benim bildiklerim arasında The Three Musketeers (1973)'den tutun The Four Musketeers'a (1974), hatta en berbat versiyonu olan Logan Lerman'lı, Milla Jojovich'li, Orlando Bloom'lu The Three Musketeers bulunuyordu. Yapılan tüm The Three Musketeers uyarlamalarını karşılaştırmak elbette isterim ama bu kez 2014'te BBC'nin yeniden uyarlama kararı aldığı ve adını The Musketeers olarak belirlediği versiyonunu incelemek istiyorum.



The Musketeers'ı lk izleme kararı aldığınız zaman bir önyargıyla yaklaşıyorsunuz diziye açıkçası. Malumunuz yakışıklı erkekler, kılıçlar, tabancalar, kadınlar vs. çok klişe gibi görünebiliyor dışarıdan. Ama izledikçe klişelerle alakası olmadığını anlayabilirsiniz. Athos olarak son zamanlarda kendini göstermeye başlayan Tom Burke' çıkıyor karşımıza. Kılıçlardan ve kastan oluşmayan bir adam görüyoruz Athos ile. Geçmişini iki sezon boyunca neredeyse bütün ayrıntılarıyla öğreniyoruz, ama belki de hala gizli kalmış kısımlarının olabileceğini düşünmüyor değil insan. Milady ile olan aşkı ve kendi karısını darağacına göndermek zorunda kalmasından tutun, yıllarca bununla yaşama çabaları, Milady'den önceki aşkı, ailesi, zenginliğine kadar aklınıza gelebildiğine derinlikli bir karakter oluşturulmuş. Aramis (Santiago Cabrera) aralarında dindar ama aynı zamanda çapkın olanı olarak bütün talihsizliklerin dönüp dolaşıp ona geri döndüğü bir karakter halinde sunuluyor. Sevgilileri bir bir öldürülen Aramis kraliçe Anne'den de bir çocuğu olmasının ardından ikinci sezonun sonunda kendisini bir manastıra kapatma kararı alıyor. Ama tabii ki üçüncü sezonda bunun devam etmeyeceği apaçık ortada. Porthos (Howard Charles) ise haylaz bir çocuk edasıyla derinleştirilmiş bir karakter halinde sunuluyor. Yine geçmişi bol miktarda kurcalanacaklarında arasında yer alıyor. Captain Treville'in Porthos ve babası ile ilgili bildiklerini sonsuza kadar saklayacak sanıyorsunuz bir an. Sonunda her şey ortaya çıkıyor tabii. Ama bunun için izleyiciyi bayağı beklettiklerini düşünüyorum. Karakterlerin yavaş yavaş işlenmesi bazen harika bir şey olabiliyor, ama The Musketeers'da bu durum bazen sıkıcı bir hal alıyor. D'Artagnan'a (Luke Pasqualino) gelirsek, sanki oyuncu pek diziye oturmamış gibi geliyor ilk başlarda. Zaman zaman bu çocuğun burada ne işi var demeden edemiyorsunuz. Ama bir süre sonra bunu size unutturuyor. Onu hiç tamamen aşkı Constance ile ya da tamamen dövüş sahnelerinde görmüyorsunuz. Hep aradaki mesafeyi koruyor ve bu da sizin oldukça eğlenmenize neden oluyor.



Sadece baş karakterlerini ele aldık şimdiye kadar. Ama geri kalan oyuncuların seçiminin mükemmele yakın yapılmasından kaynaklanan bir durum ile Kral Louise (Ryan Gage) ve Kraliçe Anne'e (Alexandra Dowling) de kanınız kaynayıveriyor. Kral'a çoğu zaman "Üff artık kendini kukla olarak kullandırtmayı bırak, saçma sapan işler yapıyosun." diyeceğinize eminim. Zaten öyle bir karakter de olması gerekiyordu. Gülüşünden tutun da en ufak bir şey olduğunda ağlamaklı bir hale gelmesine kadar işte tam Alexandre Dumas'ın dediği adam bu diyorsunuz. Kraliçe Anne, ona nazaran çok daha cesur, zeki, aynı zamanda masum bir karakter.



The Musketeers'ın kötülerine gelirsek eğer, ilk sezonda çok da kötü diyemeyeceğimiz ama yine de olması gerektiği gibi olan Kardinal'e Peter Capaldi hayat veriyor. Kendi gücü uğruna kralı parmağında oynatıp duran ve hafif nefret edilesi, hafif de ne yaptığını ve neden yaptığını anlayabildiğiniz bir karakter Kardinal. Ama Kardinali birinci sezonda gayet sağlıklı görürken (sezon finalinde bile), ikinci sezona geçildiğinde bir anda Kardinal'in öldüğü söyleniyor. En azından bir belirti gösterseydiniz ya da bir bölümde Kardinal'in ölümünü 5 dakika gösteriverseydiniz öldürmüydünüz diyor insan. Ama göstermeyip bizi sinir ediyorlar, adam birden buharlaşıyor anlayacağınız.



İkinci sezona geldiğimizde saf kötü bir karakterle karşılaşıyoruz. Marc Warren'ın harika oyunculuğuyla, konuştuğu her saniye onu öldürmek istediğiniz Rochefort geliyor diziye ve Kardinal'in yerini alarak kralın bir çeşit sağ kolu oluyor. Bir İspanyol ajanı olarak saraya giren Rochefort, zamanla öğreniyoruz ki yaptığı her şeyi kraliçeye olan aşkından yapıyor. Ama böyle hastalıklı bir aşk düşman başına diyoruz. Her yaptığıyla midemiz bulanıyor, ekrana sinirli bakışlar atmaktan gözlerimiz kırışıyor. Hele ki ikinci sezonun son iki bölümünde nefretiniz en üst seviyesine ulaşıyor. Ama anlam veremediğim kısım bu adam Aramis'in sevdiği kadını, çocuğunu öldürmeye çalışıyor, ama onu öldüren kişi Aramis yerine D'Artagnan oluyor. Tamam anlıyorum az kalsın Constance'ın kellesini uçuruyordu bu adam. Ama yine de orada bir kesinti varmış gibi geliyor ki izleyince siz de anlayacaksınız. Bana göre Rochefort, Daredevil'da Vincent D'Onofrio'nun canlandırdığı Wilson Fisk'ten sonra en mükemmel kötü karakterdir. Ama tabii bu benim fikrim.



Kısacası izlemeye değer olduğunu düşündüğüm The Musketeers'ın BBC versiyonunun tarih, aksiyon ve eğlenceyi iç içe izlemeyi seven izleyiciler için harika bir seçenek olduğunu belirtmek istiyorum. Yeni sezonu olan üçüncü sezonunun da yayınlanması için geri sayım başlamış durumda. Tam tarihi verilmiyor ama 2016 Ocak ayının ilk günlerinde, ilk bölümü yayınlanmış olacak. İzlemek isteyenlere iyi seyirler diliyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder

BİZ KİMİZ?

Biz, farklılıkları biraraya getirmek isteyen sanatseverleriz.
Bumerang - Yazarkafe