21 Kasım 2015 Cumartesi

İLK BÖLÜM - SON BÖLÜM ANALİZİ : FRİNGE

Dizi izlemeye başlamadan önce durup bir düşündüğünüzü biliyoruz. Hepimiz bunu yapıyoruz. Sadece durup düşünmeyiz başkalarından tavsiye almak da isteriz. Hele ki eğer dizi bitmiş ya da sezon finali yapmışsa sadece ilk bölüm değil benim için son bölümün nasıl olduğu da önemli. İstediklerimi veriyor mu? Yoksa yarım yamalak bir şeyler mi izleyeceğim? Bu durumda size bazı spoilerlar verebilirim.

İlk bölüm - son bölüm analizini yapacağım ilk dizi popülerliğini bir bakıma hala kaybetmemiş olan Fringe dizisi. İzleyenler olarak hala üçüncü hatta beşinci kez başa alıp tekrar tekrar bakarız, üzerine kafa yorarız. Yeri apayrıdır. Tek lokmada sindiremezsiniz ama. Yavaş yavaş, özümseyerek izlemeniz gerekir. Yoksa kafanız alev alabilir benden söylemesi.

SPOİLER ALERT!!

İLK BÖLÜM

Fringe'in ilk bölümünde Olivia Dunham isimli yetenekli bir FBI ajanı ve hem iş partneri hem sevgilisi olan John'un kendilerini korkunç bir vaka içinde bulduklarını görüyoruz. Vakada bir uçak düşüyor, ama düşme nedeni diğer sıradan dizilerdeki gibi değil tabii ki. Uçakta bulunan yolculardan biri bir çeşit canavara dönüşüyor ve uçak düştükten sonra anlaşılıyor ki tüm yolcuların sadece kemikleri kalmış geriye. Bir şekilde bunun sorumlusu olan adama ulaşılıyor, ama John, adamın patlattığı bombayla yanıyor. Hastanede anlaşılıyor ki bu normal bir yanık değil, John'un derisi adeta saydamlaşıyor. İşte burada devreye yarı deli ama hepimizin hem çok sevip hem de kızgın olduğu dahi bilim adamı Walter Bishop giriyor. Walter'ın akıl hastanesinden çıkmasını sağlaması için de dahi bir dolandırıcı olan oğlu Peter Bishop, Irak'tan getirilip olaya dahil ediliyor. Peter ve Walter eğer bu diziye adımlarını atmasalardı, dizinin diğer sıradan polisiyelerden bir farkı olmayacaktı. Aklınızın sınırlarını zorlayan bu ikilinin kuantum fiziğinde uzman olmalarının yanı sıra, size hiçbir şeyin imkansız olmadığını öğretiyor dizi boyunca. 5 sezon boyunca "Hı? Ne oldu şimdi?" demekten öteye geçmeniz imkansız diyelim. Şöyle söylemeliyim ki zeki olmayan, sırları olmayan, çılgın olmayan bir karakterin bu dizide yeri hiçbir zaman olmadı. Laboratuvarın ortasına getirdikleri inek Gene bile çıldırmış gibi. Bir anda kendinizi Walter'ın meyankökü, puding, kök birası gibi sevdiği yiyecek ve içecekleri orada burada arar hale geliyorsunuz. Bazen üst üste izleyince sıkılmıyor da değilsiniz ama. Çünkü dediğim gibi sindirmesi zor bir dizi.



SON BÖLÜM

Son bölümde 2036 yılına geçiş yapıyoruz. 2015 yılında (evet bu yıl) gözcüler gözlem yapmayı bırakmış ve dünyayı hızla ele geçirmişlerdir. Olivia, Peter, Walter, Astrid ve William Bell kendilerini bir kehribara sıkıştırmış ve Olivia ile Peter'ın kızları Etta ve arkadaşı tarafından kehribardan çıkarılmışlardır. Tabii ki de kahramanlarımız durur mu, dünyayı kurtarmak için eski dostları olan gözcü September (Donald) ile planlar yaparlar. Bugüne kadar vakalarında çözmeye çalıştıkları virüsler, mikroplar, yaratıklar ve daha ne var ne yoksa hepsini toplayıp binalarına girmek için gözcüler üzerinde kullanacaklardır. Canım Walter, Donald'ın empati yeteneği olan minik gözcü oğlu ile geleceğe, Oslo'ya gidecek ve ruhsuz, duygusuz gözcülerin hiç yaratılmamasını sağlayacaktır. Gözcüler duyguların insanlar için gereksiz olduğunu savunan, beyinleri normal bir insanınkinden kat kat daha fazla gelişmiş robotumsu varlıklardır. Ama gözcülerin başındaki Captain Windmark'ın bile aslında duyguları vardır. Yer yer sinirlendiğini görürüz her ne kadar inkar etse de. Onlarda da bir kırılma noktası olmak zorundaydı, çünkü insanlar başkaları konusunda duygusuz olabilir ama doğası olan bencilliği ve egosu konusunda duygusuz olamaz. Egosu zedelendiği anda kendini düşünmek zorundadır.



Son bölümün en güzel kısmı herşeyin bitip, gelecek ve dolayısıyla geçmişin değiştirildiği sahneleri görebildiğimiz kısımdır. 2015'e geri gidilir, o meşhur mutlu mesut piknik yapan aile tablosuna geri dönülür. Ama bu kez Peter ve Etta birbirlerine koşarak sarılabilirler, o saldırı hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.



Dizi bittiğinde bir parçanız da diziyle birlikte gider. Walter, Peter, Olivia, Olivia'nın paralel evrendeki kızıl ikizi, neyi düğü uzun süre belirsiz kalan Nina Sharp, rahmetli Leonard Nimoy'un canlandırdığı Walter'ın eski iş arkadaşı ve arada sırada düşmanı olan William Bell, Walter'ın hiçbir zaman adını hatırlayamadığı asistanı Astrid, bir baba edasıyla Olivia'nın her daim yanında bulunan FBI şefi Broyles, Olivia'nın en iyi arkadaşı Charlie... Hepsini özler hale geliceksiniz. Final bölümü beni o kadar tatmin etmişti ki, ara sezonlarda yapılan aksaklıkları bile tamamen toparlayarak diziyi sonlandırdıkları kanısına varmıştım. Zaten J.J. Abrams de o aksaklıkların farkına varmış ve diziyi mümkün olduğunda ayakta tutmak için konuları uzatmayıp (kesintilere uğratsa bile) bizi her seferinde şaşırtmayı başarmıştır. Görüldüğü üzere polisiye bilim-kurgu ile başlayan dizimiz, distopik bilim-kurgu ile sonlanıyor ve bizi mutlu ediyor. Bilinçaltının, kuantumun, imkansıza ulaşmanın zevkini tatmak istiyorsanız mutlaka izlemek isteyeceğiniz bir dizi Fringe. Sahne aralarına konulan diziye özgü figürler ile de seyircinin ilgisi üst düzeyde tutuluyor ve şifreyi çözmeye çalışırken buluyorsunuz kendinizi. İzlemek isteyenler için ufak da olsa bir fikir yaratabildiysem ne mutlu bana diyor ve iyi seyirler diliyorum.


0 yorum:

Yorum Gönder

BİZ KİMİZ?

Biz, farklılıkları biraraya getirmek isteyen sanatseverleriz.
Bumerang - Yazarkafe