6 Ocak 2016 Çarşamba

EDEBİYAT VE MİTOLOJİNİN KESİŞİM NOKTASI PENNY DREADFUL

Penny Dreadful hakkında söyleyebileceğim ilk şey "Aman Tanrıııım!" gibi bir şey olabilir. Bugüne kadar izlediğim en kaliteli fantastik yapımlardan birisi çünkü. Yapımcısı John Logan'ın da hakkını yemeden söylemeliyim ki Eva Green (Vanessa Ives), Josh Hartnett (Ethan Chandler), Timothy Dalton (Sir Malcolm Murray) gibi mükemmel isimlerin başrollerinde olduğu Penny Dreadful edebiyattan, mitolojiden beslenerek kendini gözümüzde büyüttükçe büyütüyor.



1890'lı yıllarda geçen dizide Vanessa Ives, sadece psikoseksüel bir durumda dışarı çıkan bir şeytanla aynı vücudu paylaşıyordur. Hayatı boyunca bunun acısını çekerek yaşamıştır ve kendini bu durumdan kurtaramayacağı için, şeytanla yaşamanın kendince bir yolunu bulmuştur. Vanessa, Malcolm Murray'ye kızını bulmak üzere yardımcı olmaya çalışmaktadır. Ama Malcolm'ın kızı Mina, bir vampirin esiri olmuştur. Bu sırada iki sezonun sonunda "Tanrı'nın Tazısı" olduğunu anlayabildiğimiz Ethan Chandler olaya dahil olur. Ethan, Amerika'daki kızılderili savaşlarından çıkıp Londra'ya kaçmış bir nişancıdır. Tabii bu üçlümüz ilk maceraları olan bir vampir yuvasına saldırır ve öldürdükleri bir vampiri, meşhur genç doktorumuz Victor Frankeinstein'a (Harry Treadaway) incelemesi için getirirler. Böylece Victor da olaya dahil olmuştur. Son olarak iki sezonun sonunda fonksiyonunu hala anlayamadığımız Dorian Gray ile tanışırız. Dorian Gray'in tek fonksiyonu bana göre Ethan'ın sevgilisi Brona'nın ölümünden ve Victor'un onu yeniden canlandırmasından sonra Brona'ya bayağı iyi bir eş olmasıdır. Hatta kaba bir tabir ile "tencere - kapak" da diyebiliriz. İkinci sezonda konu değişir tabii. Birinci sezonda karşılaştığımız Madame Kali, üç cadı kızı ile birlikte Lucifer'ın sadık hizmetkarlarıdır ve amaçları Vanessa'yı Lucifer'ın hizmetine almaktır. Bunun için yapmadıkları kalmaz dolayısıyla.



Penny Dreadful, sadece ana karakterler ve onun hikayelerine değil, yan karakterlerin hikayelerine de sahip. İşlediği bütün karakterleri o kadar edebi bir nitelikte anlatıyor ki hem bir görsel şölen yaşıyorsunuz hem de anlatılanlar kalbinize dokunuyor ve bir çeşit ders niteliği taşıyor. Victor'un sevgiye muhtaç yaratığı John Clare'in yaşadıkları, hiç kimsenin onu sevmeyeceği gerçeği içinizi acıtıyor. John'un acımasızlığını rahatlıkla anlamlandırabiliyorsunuz. Sürekli şiirle içli dışlı olması ve o kısacık ikinci yaşamında öğrendikleri, hissettikleri, yaşadıkları belki de 100 yaşındaki bir insanın yaşayabileceklerinden daha fazladır. Onu anlayan ve onun anladığı tek kişi Vanessa oluyor. Zaten ikinci sezonun son bölümünde "Vanessa, neden onunla gitmedi ki!" demekten kendinizi alamıyorsunuz. Zaten hiç sevgi göremeyen John, bir de Lily'nin (eski Brona) aşağılamalarına, hor görmelerine maruz kalıyor. Üstüne bir de ucubelikle suçlanarak bir aile tarafından parmaklıklar arasına hapsediliyor. Ailenin kör kızının nasıl böyle kötü olduğuna da hiç anlam veremiyorsunuz. Toplumdan dışlanan bir insanın, başka birini nasıl dış görünüşü nedeniyle dışlayabileceğini düşünmeden edemiyorsunuz.

Victor Frankeinstein'a da mutlaka değinmek istiyorum. Victor, çok genç yaşında üç ölüyü yeniden canlandırarak bir çeşit Tanrıcılık oynuyor. Ama Tanrıdan farklı olarak, canlandırdıklarına hayatı öğretmeye çalışıyor. İlk deneyimi olan John Clare'den kaçıyor, ikincisi olan Mr. Proteus feci bir şekilde ölüyor, Lily ise saf şeytani ve iki dünya arasında sıkışıp kalmış birine dönüşüyor. Kısaca bilimsel olarak başarılı, insani olarak oldukça başarısız bir doktorla karşı karşıyayız. Victor da yine John gibi sevgiye muhtaç bir karakter. Görünüşleri farklı olabilir ama bana göre ruhları aynı. Victor'un bir diğer farkı da bu durumdan morfin bağımlılığı ile kaçmaya çalışması. Lily'nin yine diğer erkeklere yaptığı gibi Victor'u da bakirliği ile aşağılaması da kaçınılmaz sondur. Victor'ın canlandırdığı diğer bedenlerin aksine Lily, önceki karakterinden izler taşıyor. O zaman yaşadıklarının acısını ikinci yaşamında daha da doğrusu ikinci şansında çıkarıyor.

Sir Malcolm Murray, ilk başta da dediğim gibi kızı Mina'yı bulmak üzere Vanessa, Victor, Ethan ve sadık dostu ve yardımcısı Sembene ile canını başına katar. Ama Malcolm Murray'nin de diğer karakterler gibi derinliklerinde büyük acıları vardır. Çocuklarına, eşine kaşiflik yapması nedeniyle zaman ayıramaz. Vanessa'yla evlenmesi gereken oğlu Peter, onunla birlikte Afrika'ya gittiği için orada ölmüştür ve bunun vicdan azabıyla yaşar. Karısını Vanessa'nın annesiyle aldatıyordur ve bunun da diğerlerine göre az da olsa ağırlığı vardır. Ayrıca Vanessa'nın Malcolm'ın kızı olup olmadığı da hala bir muamma. İkinci sezonun sonuna vardığımızda, karısı da kızı da oğlu da Malcolm'ın hataları yüzünden ölmüşlerdir ve Madame Kali bu durumu onun üzerinde sonuna kadar kullanmaktadır. Madame Kali, adeta ona gençliğinden bir parça verir, ama tabii bu aldatmacadan başka bir şey değildir.

Bir diğer önemli karakterimiz Ethan Chandler. Ethan, yine daha önce de dediğim gibi Amerika'daki kızılderili savaşlarında yer almış ve sonrasında Londra'ya gelmiş, nişancılık üzerine tiyatral gösteriler düzenlemektedir. Brona adında veremli bir sevgilisi vardır, ki onu daha sonra Lily olarak fazlasıyla görüyoruz. Lily öldükten sonra ise yani ikinci sezonda onun bir kurtadam olduğunu öğreniyoruz. Gizemli bir geçmişi, sahte adı ve saldırgan kişiliği ile izleyiciyi daha da çok kendine bağlıyor. Tam olarak geçmişinin anlatılmadığı birisi varsa o da Ethan oluyor. Yine ikinci sezonda Vanessa ile olan dostluğu ve hiç mutlu sona kavuşamayan aşkına da tanık olmak içinizde bir ukte kalmasına neden oluyor. İki farklı kişiliğe sahip ve bir çeşit iblis olan ikinci kişiliğini bastırmaya çalışsa da bu durmadan onun karşısına çıkıyor. Özellikle Amerika'dan gelen tanıdığı ve Hecate Poole ile olan ilişkisi ile. Vanessa'ya neden bir türlü kim olduğunu söylemediğini de anlamakta güçlük çektim dizi boyunca. Onun yerine kadim dostu Sembene'ye anlatır kim olduğunu. Emektar çilekeş Sembene'nin ölümü de yine Ethan'ın elinden olacaktır. Bir de dizinin en gereksiz sahnesi bence Ethan'ın yer aldığı bir sahneydi. Dorian Gray, Ethan'a resmen Absent içirip içkisine ilaç katıp kötü emellerine alet eder. Ve bu sahnenin iki sezondur konusu hiç açılmaz. Peki neden çekildi o zaman? Umarım üçüncü sezonda ufak da olsa değinirler. Ama sezon finaliyle birlikte Ethan tutuklanıp Amerika'ya gidiyor, bu durumda geri dönüp dönemeyeceği bile bir muamma.



En sona en sevdiğim karakteri sakladım tabii ki de. Vanessa Ives, Eva Green'in oyunculuğundan çıkan en iyi işlerden birisi. Tanrı tarafından dışlanması ve Lucifer'ın ruhunu durmadan teslim almaya çalışması ile Vanessa'daki gelgitleri izliyoruz ve bundan da fazlasıyla zevk alıyoruz. Şeytani tarafını Dorian Gray ortaya çıkarırken, insani tarafını Ethan Chandler ortaya çıkarıyor Vanessa'nın. Tanrıya dua ederkenki yakarışlarını izlerken kurtarılmaya ne kadar muhtaç olduğunu görüyoruz. Bir yandan da kutsal bir varlık olduğunun farkındalığıyla şeytani gücünü kullanıyor zaman zaman. Bazen öyle bir gülüyor ki sanki masumiyetini hiç kaybetmemiş gibi. Bazen de sanki hiç insan olmamış gibi davranıyor. Bu iki kişiliği arasında takılıp kalıyor kısaca. Ama yine sezon finalinin son sahnesinde görüyoruz ki, üçüncü sezonda Vanessa'nın içindeki şeytan harekete geçecek. Vanessa o sahnede, hep dua ettiği çarmıha gerili İsa figürünü duvardan alıp şömine ateşine atıyor ve son noktayı koyuyor. Daha önce de pederle şeytan çıkarmayla ilgili yaptığı konuşmada peder ona, özel birisi olmaktan vazgeçmek isteyip istemediğini soruyor. Anlayabiliriz ki Vanessa, hiç istemese de içindeki şeytandan vazgeçemiyor. Bu da onu özel kılan şey oluyor.



Unutulmaz sahneler


*Vanessa ve Malcolm, Mr. Lyle'ın balosuna gittiğinde Madame Kali ile yapılan bir çeşit ruh çağırmada Vanessa, ruhlar dünyasıyla ve şeytanıyla iletişime geçer. İlk kez Amunet ve Amunra'nın adını orada duyarız. Vanessa, Amunet'in yeniden canlandığı bedendir. Ama bundan daha da etkileyici bir şey varsa o da Vanessa'nın Peter ile iletişime geçmesidir. Peter'ın "Adımı bir dağa verdin mi, baba?" ile başlayan sözleri Malcolm'ı da izleyiciyi de ağlatmıştır. Eva Green'in oyunculuğunun gerçekçiliği inanılmaz boyutlardadır bu sahnede.

*Malcolm'ın Mina'yı vurduğu sahneyi de unutamayacağımı belirtmek istiyorum. Adam kendi elleriyle yıllardır aradığı kızını vurmak zorunda kaldı, çünkü onun ruhunun artık kurtarılamayacağının farkındaydı. Sezon boyunca Ethan'ın da bu durumda etkisi oldu tabii. Mina'nın kurtarılamayacağını söylemesi ve gözünün önünde kızı diyebileceği Vanessa'nın olduğunu göstermesi, Malcolm'ın Mina'yı vururken "Benim zaten bir kızım var." deyip son noktayı koymasına neden olur.

*Angelique'in sosyete dünyasına tanıştırıldığı anı da buraya eklemeden edemeyeceğim. Angelique, Dorian Gray'in son derece asi olan trans sevgilisidir. Düzenlediği baloda sevgilisini sözde dostlarına tanıtacaktır. Ama Angelique ile o merdivenleri inmeye başlamasından itibaren onlara dikilen gözler bütün etkileyiciliğiyle durumu gözler önüne serer. Toplum baskısının iğrençliğine mi yoksa Dorian'ın gösteriş merakına mı söversiniz bilemem artık. Dorian Gray'in malum şu ölümlü dünyada, onunsa ölümsüz bedeninde bütün dünya nimetlerini tatma isteği dinmek bilmemektedir. Bayağı da bu konuda ileri gittiğini söylemek istiyorum. Ama Dorian'ın bu hastalıklı zihni Angelique'i, Victor'u hatta Vanessa'yı mahvetmiştir.

*Vanessa'nın, Madame Kali'nin yaptığı Vanessa kuklasındaki Lucifer ile yaptığı konuşmayı uzun süre unutamayacağım. Vanessa'nın dik başlılığı ve teslim olmayışı bir yana, Lucifer'a göstermek zorunda kaldığı rüyasıdır asıl etkileyen. Rüyasında Ethan ile birlikte bir aile kurmuşlardır ve bu rüyada hiç "karanlık" yoktur. Artık normal bir hayata kavuşurlar.

*Lily ve Dorian Gray'in dans sahnesinin gözlerimizde yarattığı şöleni herkes izlemeyi hak ediyordur bence. Victor, Lily'yi eve çağırmak üzere Dorian'ın evine gelir. Lily gelmeyince silahını çıkarıp onu kalbinden vurur. Ama tabii ki de bir ölüyü öldüremez. Ardından Dorian'ı da kalbinden vurur, yine başarısız olur. Victor oradan ayrıldığında kanlar içerisinde mükemmel bir dans sahnesi çıkagelir. Gerçekten bu sahne bir görsellik harikasıdır kanaatimce.



*Proteus'ın ilk kez dünyayı gördüğü an da görülmeye değerdir. Victor, yaratığını ilk kez dışarı çıkarır. Sanki bir bebek gibi insanlarla, yemeklerle, dünyayla tanışmasına tanık oluruz Proteus'ın.

*Vanessa'nın içindeki şeytanla ilgili yardım istemek için gittiği "Kesici ebe"nin yakılma sahnesi de yine ağlamamıza neden olmuştur. Vanessa'ya bildiği her şeyi öğreten kişidir aynı zamanda. Yaşadıkları tüm acılardan sonra yaşamalarına bile izin verilmemesi derinden üzer izleyiciyi. Tüm insanlık aleminden nefret edersiniz o anda. Ne kadar yargılayıcı, cahil, bilinçsiz bir dünyada yaşadığınızı hatırlarsınız.

*Malcolm ve Victor'ın Madame Kali'nin evinde geçmişleriyle yüzleşmeleri, acılarıyla ve acı çektirdikleriyle yüzleşmeleri benim için etkileyici sahnelerden birisidir. Peter, Mina ve Gladys tabutlarından çıkıp Malcolm'ı intihara zorlarlar. Victor için ise Proteus, John ve Lily gelir ve bilinçaltındaki tüm acıları ortaya çıkararak onu yine intihara zorlarlar.


İyi seyirler!

0 yorum:

Yorum Gönder

BİZ KİMİZ?

Biz, farklılıkları biraraya getirmek isteyen sanatseverleriz.
Bumerang - Yazarkafe