4 Şubat 2016 Perşembe

MODERN DÜNYANIN SHAKESPEARE UYARLAMALARI

Modern dünyamızda, hayatlarımız da duygularımız da modern hale geldi. Gelmek zorundaydı da zaten. Teknoloji, bizden duygularımızı soğuklaştırmayı, dilimizi daha sadeleştirmeyi teklif etti. Biz de teknolojinin sözünü dinleyerek yavaş yavaş makineleştik. Sözel zekamızı ve farklı karakterlerimizi sıradanlaştırarak topluma ayak uydurduk. Farklılığımızı gösteremez hale geldik. Bu durumu sinema vasıtasıyla daha rahat görebiliyoruz. Sinemada gördüğümüz karakterlerin çoğu gerçek dünyada olmayacak kadar "insan"lar. İçinde fantastik ögeler bulundurmayanlar bile sanki fantastik bir dünyaya aitmiş gibi, bizim bulunduğumuz gerçeklikten farklılar. Bu farklılıkların en belirginleşmiş hallerini dönem filmlerinde sezebiliyoruz. Onları görüyor ama onlara dokunamıyoruz. Shakespeare'i de her okuyuşumuzda -evet o zaten bizim dönemimize ait değil- bambaşka diyarlara dalıp gidiyoruz. Bize hayal mi kurduruyor? Hayır. Bize kendi şiirsel diliyle sadece üç boyutlu değil belki on farklı boyuta sahip karakterler sunuyor. Bu insanların derinliğinde kaybolup gitme imkanı tanıyor. Okuduğumuzda bir anlığına kendi makineleşmiş dünyamızdan uzaklaşarak bir aydınlanma yaşıyoruz. Şu an değerliymiş gibi görünen şeyler gözümüzde değerini kaybediyor ve farkındalık sahibi oluyoruz. Okumanın yanı sıra, neredeyse 60-70 yıldır filmlerini de izleyerek o hayranlık duyduğumuz "gri" karakterleri gözlerimizle görüyoruz da. Gri diyorum çünkü gerçekten de derinliği olan hiçbir karakter kesinlikle iyi ya da kesinlikle kötü olamaz. Taraf tutma isteğinizi elinizden alarak saf bir edebi eser okur ya da izlersiniz. Bir de bakmışsınız, aslında size göre ahlaki açıdan ters birisine hak verir olmuşsunuz. Shakespeare'in oyunlarını okurken birebir bunu yaşarsınız. Ama iş sinemaya gelince biraz daha farklıdır. Hele ki Shakespeare gibi bir sanatçının eserlerini modernize ederken normalinden bin kat daha dikkatli olmanız gerekir. Dönem filmi çekiyorsanız daha kolaydır tabii. Modernlik katarken hem günümüze uyarlamanız hem de kendi döneminde eserin yansıttığı duyguları iyi yansıtmanız gerekir. Peki izlediğimiz bu modern Shakespeare filmleri bu görevlerini yerine getirebiliyorlar mı dersiniz? Benim gözümde en iyi olanları inceleme görevini üstleniyorum bu durumda.

1- 10 Things I Hate About You (1999)



Günümüzde en popüler modern  Shakespeare uyarlaması olma özelliğine sahip 10 Things I Hate About You. Hırçın Kız (The Taming of The Shrew) isimli oyundan uyarlanarak bir 90'lar dönemi gençlik filmi halini almıştır. Filmde hatta Shakespeare hayranı olan iki karakter vardır. Bu yolla bolca göndermeler yapılır.
Orijinal konu, evlilik çağında olan iki kıza sahip Baptista'nın küçük kızı Bianca ile evlenmek isteyen Hortencio ve Gremio'ya, önce büyük ve asi kızı Katharina'ya bir eş bulmalarını şart koşar. Bu durumda Petruchio'ya giderler ve bu durumun onun ilgisini çekmesi üzerine olaylar sıralanır. Filmde ise konu biraz daha evrilip çevrilerek uyarlanır. Bianca (Larisa Oleynik) ve Kat'in (Julia Stiles) babası Walter (Larry Miller) aslında kızlarının turşusunu kuracak kıvamda bir babadır. Kızlarının yanına yaklaşan bütün erkeklere ters ters bakmaktan daha iyi bir şey yapamayacak birisidir. Bianca ve Kat henüz liseye giden kız kardeşlerdir. Cameron (Joseph Gordon Levitt), Bianca'yı görür görmez ona aşık olur ve Bianca'yı partiye götürüp ona kendini göstermek için yapamayacağı şey yoktur. Bu durumda Walter ortaya çıkar ve eğer Kat partiye gitmiyorsa Bianca'nın da gidemeyeceğini söyler. Bu durumda kiralık ve karizmatik sevgili Patrick (Heath Ledger) ortaya çıkar.
Film, hepimizin bir şekilde başına bela olan okulda popülerlik meselesini masaya yatırıyor. Biraz da konunun dışına sapmamak amacıyla popülerlik sorununa yeterli bir şekilde yer vermiyor. Ama yine de sosyal ortamda sevilmek için diğerlerinin istediği ve beğendiği bir kişi olmak gerektiği sonucunu çıkarmadan edemiyorsunuz. Sevilmek için popüler müzikler dinlemek zorundasınız, herkesin onayladığı şekilde giyinmek, davranmak zorundasınız. Böyle birisi olmamanız durumunda Bianca'nın tam zıttı olan Kat'e dönüşür ve toplum tarafından dışlanırsınız. Toplum, insanların birbirinden farklı olabileceğini kabullenmek yerine kendi doğrularını empoze etmek dışında bir şey yapmamaya büyük bir eğilim gösterir. Ayrıca bir kadının güzel olmak dışında bir işlevinin olmamasını ister. Kadının görevi güzel olmak gibidir. Birer birey oldukları unutularak zekaları, istekleri, hayalleri aşağılanır. Tıpkı Kat gibi. O da farklı hayaller kurmaktadır hemcinslerinden ve bunun için sürekli terslenmektedir.
10 Things I Hate About You, eğlendirici bir gençlik filmi olmasının yanı sıra belirttiğim gibi düşündürüp sorgulatma özelliğine de sahip bir film.

2- Much Ado About Nothing (2012 )



Shakespeare'in aynı adlı eserinden günümüze uyarlanan Kuru Gürültü, garip ve hiç umulmadık bir şekilde bir Joss Whedon eseridir. Joss Whedon'ı yeni nesiller Avengers'dan tanıyabilir ama ben daha çok Buffy The Vampire Slayer ve Angel'dan tanırım. Gerçi bu yapımlarında da ayakta alkışlanacak işler çıkardığı bir gerçek. Ama Much Ado About Nothing ile Whedon tarz değiştiriyor ve yeni bir hale bürünüyor Whedon'ın gözüyle Shakespeare. Başrollerde de yine Buffy ve Angel'dan tanıdığımız Alexis Denisoff (Benedick) ve Amy Acker'ı (Beatrice) görüp daha da çok seviniyoruz. Bir de Nathan Fillion (Dogberry) ve Clark Gregg'i (Leonato) de görünce heyecanımıza heyecan katıyor film.
Leonato'nun hükümetten dostu olan Don Pedro yanında suçlu kardeşi Don John ile birlikte ziyarete gelir. Don Pedro yanında çalışanları olan Benedick ve Claudio'yu da getirir. Leonato'nun yeğeni Beatrice ile Benedick, uzun süredir birbirleriyle çekişme içerisindedirler ve film boyunca bu devam eder. Claudio ve Leonato'nun kızı Hero ise birbirlerine aşık olurlar. Hero saf bir genç kızken, Beatrice asi, hırçın, deli dolu, olgun bir kadındır. Benedick de tam olarak ona uygun bir şekilde çapkın, karizmatik ve en az Beatrice kadar inatçı bir adamdır. Tabii ikisi de o kadar inatçıdır ki kesinlikle birbirleriyle sürtüşmekten vazgeçmezler. Ta ki dostları onları aldatıp birbirlerini sevdiklerini düşünmelerini sağlayana kadar. Bu süreçte sizi bayağı güldürmeyi ve eğlendirmeyi başarır film. O inatçı ve sevimsiz insanları şekilden şekile girerken görmek farklı bir deneyimdir. Bunlar olurken bir yandan da Claudio ve Hero evlenme kararı alırlar, fakat onlar da entrikalara kurban gideceklerdir.
Film siyah beyaz olmasının yanı sıra birebir Shakespeare'in oyunundaki replikler kullanılarak çekilmiştir. Yani insanların birbirine "My Lord" demesini duymak bayağı ilginçtir. Ayrıca yazıldığı dönemin duygularını ve hiç de sade olmayan dilini gördükçe sizi büyüler film. Hem bulunduğumuz döneme aittir, hem de değildir bu açıdan. Tam 12 günde çekilen Much Ado About Nothing, iyi bir filmin büyük bütçelere ya da çok uzun bir çekim zamanına ihtiyacı olmadığının kanıtı gibi.


3- "O" (2001)



 Othello'dan uyarlanan "O", yine günümüze uyarlanma aşamasına lise çağındaki gençler ve basketbol oyuncuları ile geçmiştir. Odin (Mekhi Phifer) ve Desi (Julia Stiles) birbirlerine aşık gençlerdir. Odin, Michael (Andrew Keegan) ve Hugo (Josh Hartnett) ile çok yakın arkadaştır, aynı zamanda da okulun basket takımındadırlar. Yavaş yavaş Hugo, Odin'i kıskanmaya başlar. Odin hem çok güzel bir kız ile birliktedir, hem Hugo'nun babası olan koç Duk'ün Odin'i kendinden daha çok sevdiğini düşünmektedir, hem de kimsenin onun çabalarını görmediğini ve herkesin Odin'in başarılarına odaklandığını düşünmektedir. Bunun için Odin'in kafasına girmek yapacağı ilk şey olur. Desi'nin Michael ile birlikte olduğunu düşünmesini sağlar. Yani Odin paranoyaya doğru sürüklenmektedir. Sonunda Hugo, Odin'i Desi'yi öldürmesi için ikna eder. Michael ile sorunları olan Roger da Michael'ı öldürecektir. Tüm bu entrikaları düzenleyen Hugo'nun istediği hiçbir şey yolunda gitmez tabii. Kendini büyük bir kaosa sürükleyen Hugo, günümüz modernliğine tam olarak uymayan bir karakter olmuş. Diğer filmlerde karakterlerin davranışlarının nedenini görebilirsiniz, ama bu filmde biraz kendinizi zorlamanız gerekir. Çünkü Hugo gibi bir öğrenci böyle bir entrikayı planlayamayacak veya cesaret edemeyecek bir kişiliğe sahiptir büyük ihtimalle. Yine de Josh Hartnett'ın o dönemlerdeki kötü çocuk imajının bu karakteri kurtardığını söyleyebilirim.
Filmi kurtaran diğer kısımlara gelirsek, ilk olarak Odin ve Desi arasındaki aşkın güzelliğini görünce hayran kalıyorsunuz. İkinci olarak da Hugo'nun kendi duygularını anlattığı ve kendi kendine düşündüğü kısımları görünce gerçek Shakespeare ruhunu tadıyorsunuz. Ama geri kalan kısımlar çok daha az şiirsel olduğu için aşırı bir zevk alabileceğinizi söyleyemem.

4- Coriolanus (2012)



Ralph Fiennes'in yönetmenlik denemesi olan ve gerçekten izlerken size inanılmaz bir zevk veren ve merak etmekten kendinizi alıkoyamayacağınız film Coriolanus. Fiennes aynı zamanda başrol olan Caius Martius'ın da altından rahatlıkla kalkıyor. Martius, Roma'da bir generaldir. Halkından nefret eden, son derece sert mizaçlı ama aynı zamanda kim olduğunu bilen ve kimseyi kandırmaya çalışmayan bir liderdir. Halkın yüzüne bakarak "Siz kokuşmuş varlıklarsınız ve sizden nefret ediyorum." diyebilen bir karakterdir. Buna rağmen halk onu senato konsüllüğüne kadar getirir. Ama bir süre sonra halk onunla yeniden yüzleşerek Martius'ı sürgüne yollar. Orada can düşmanı ve Antium'un yeraltı lideri Aufidius'a (Gerard Butler) sığınır. Bu sığınmasının ardından, Aufidius'u yavaş yavaş ezer ve orada liderliğe başlar. Hedefleri ise Roma'da Martius'u istemeyen halkı katletmektir.
Martius da yine gri karakterlerden birisidir. Nefretinin nedenini anlarsınız. Bir lider olarak yetiştirilmiştir ve aristokrat aileye sahiptir. Halkı gördüğü anda da ondan nefret etmiştir. Martius'ın, halkı hiçbir zaman onları sevdiğine dair kandırmamasına rağmen halk onu sever ve senatoda görmek ister ve sonra da onu kovarlar. Yani bir bakıma burada suçlu halktır. Kendi görmek istedikleri lideri Martius'da gördüklerini zannederler ve yeniden baktıklarında tıpkı günümüzde de siyasi liderlerde olduğu gibi koca bir boşluk görürler. Aslında Martius boş değildir. Ama halkın yararını değil, kendi yararını sağlayan asil bir varlıktır. Asaleti hem onu yüceltir hem de ezip geçer.
Aufidius ile olan ilişkisi de güzel işlenmiştir. Birbirlerini öldürmekte tereddüt etmezler ama aslında ikisi de birbirinden farklı değildir. Aynı asalet, aynı keskinlik, aynı sert mizaç, sadece farklı düşüncelere sahiplerdir. Martius'un Aufidius'a sığındığı an da izlenmeye değer bir sahnedir. Martius'un "Eğer kendim olmasaydım Aufidius olmak isterdim." sözlerinden de anladığımız gibi oldukça farklı bir ilişkileri vardır.
Coriolanus, tiyatrodan sinemaya çok büyük zorlukla aktarılabilen bir eserdir. İyi yönetmenlik ve iyi oyunculuklarla bu zorluğun altından kalkılsa da eksiklikler bolca göze çarpmıyor değil. Buna rağmen izlenmeye değer olduğunu belirtmekte fayda var.

5- My Own Private Idaho (1991)



Gus Van Sant'ın ilk önemli yönetmenlik denemesi olan My Own Private Idaho, Shakespeare'in Henry IV'unun birinci bölümünden esinlenerek yapılmıştır. Esinlenilen kısım ise orijinalinde; Henry bir devlet adamıyken oğlu Hal eğlenceye düşkün bir serseri olarak yaşamını sürdürmektedir. Henry bu durumda oğlunun ona geri döneceği günü beklemektedir. My Own Private Idaho'da bu durum yan konu halindedir. Asıl konu ise Mike (River Phoenix) sokaklarda yaşayan ve kendini satarak para kazanan bir gençtir. Bir yandan da narkolepsi hastalığı ile uğraşmaktadır. Diğer bir değişle strese girdiği zaman uykuya dalmaktadır. Mike'ın en yakın arkadaşı Scott (Keanu Reeves) da her daim Mike'ın arkasını toplamak için yanında bulunmaktadır. Henry IV'dan esinlenilen karakter tam olarak Scott ve babasıdır. Mike ise daha çok annesini bulup hayatını yoluna sokmak isteyen bir tiptir. Ama hayatın durmadan çarptığı birisi varsa o da Mike'tır.
Sokak hayatını yakından inceleyen My Own Private Idaho, eşcinselliği de incelemektedir. Ama filmde yer alan eşcinseller genel olarak sapık gibidir. Tabii ki Mike hariç. Mike gerçekten sevgiye muhtaçtır ve film boyunca sevgiyi arar. Bunu rüyalarında gördüğü annesi ve rüyalarındaki sahte dünyasıyla karşılamaya çalışsa da başaramaz. Scott'a aşık olur ama Scott'tan da karşılık göremez. Bu durum onu bir çıkmaza sokar. Hayat tarafından dışlanan Mike'a film boyunca üzülüp durursunuz.Mike'ın Idaho'da bir yolu vardır. Bu yol hiç bitmez, hiç bu yolun sonuna gelemez Mike. Bu yolu gördükçe strese girip uyku krizleri geçirir.

Film fazlasıyla yeraltı edebiyatını ve filmlerini hatırlatıyor. Yani insanların görmek istemedikleri ama hayatın bir parçası olan kısım. İzlerken özellikle River Phoenix'in oyunculuğuna hayran kalıyorsunuz. Böyle bir role bürünmenin zorluğunu gördükçe daha da seviyorsunuz karakteri. Scott'a gelirsek, ne istediğini tam olarak anlayamadığım bir karakter Scott. Mike'ın annesini bulmak üzere İtalya'ya gittiklerinde aşkı bulan Scott, o can dostu Mike'ı bir anda terkedip sevdiği kızla birlikte babasının yanına ve zengin yaşamına geri dönüyor. Bir anda neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Üstüne bir de o yaşama geri döndükten sonra eski dostlarını bir kalemde silmesiyle nefretleri üzerine topluyor. Ama Mike ve Scott arasındaki ilişkinin iyi işlendiğini düşünüyorum. Mike'ın Scott'a aşkı ve Scott'ın sadakati bir yere kadar güzel gidiyor. Ama sonra elinizde patlıyor tabii. Tüm bunlarla birlikte My Own Private Idaho'nun da izlenmesi gereken bir uyarlama olduğunu söylemek istiyorum.

Bonus: Hamlet (2000)



Bu filmi neden bonus olarak söylüyorum? Çünkü izlemeyi çok istediğim ama Türkçe çevirisinin bulunmadığı gibi bir gerçek mevcut. Başrolünde koskoca Ethan Hawke, Julia Stiles, Kyle MacLachlan, Bill Murray ve Liev Schreiver bulunmakta ve hala daha çevirisi yok. Diyebilirsiniz ki, benim İngilizcem var anlarım. Benim de var, ama Shakespeare'i anlamak için yetmiyor, yetmiyor, yetmiyor!

2 yorum:

BİZ KİMİZ?

Biz, farklılıkları biraraya getirmek isteyen sanatseverleriz.
Bumerang - Yazarkafe