1 Ocak 2016 Cuma

ZAMAN GEÇİRMEK İÇİN DEĞİL KEYİF ALMAK İÇİN SEYREDENLERE SEÇKİLER: ROPE




Öldürdüğü adamın cesedi üzerinde, maktulün babası ve nişanlısına yemek ikram etmek kimin aklına gelir?

Şüphesiz gerilim deyince akla gelen isimlerin başındadır Alfred Hitchcock. 1948 yapımı Rope (Ölüm Kararı) isimli filmiyle Hitchcock gerilim işini abartmakla kalmıyor, bunu tek mekana sığdırmayı başarıyor. Aslına bakarsanız ortada etkileyici bir hikaye yok. Fakat Hitchcock’un görsel şovu ve ilginç diyaloglarla zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz bile.

Filmin tanıtımında yer alan cümlelerle başlayalım isterseniz:
“Brandon ve Philip, New York'ta yaşayan iki genç arkadaştır. Macera peşindeki iki kafadar, yakın arkadaşları David Kentley'i öldürüp evlerindeki bir sandığa kapatırlar. Amaçları aynı gece evde bir parti vermek ve maktül yemek masası olarak görev yapan sandığın içindeyken insanları ağırlamaktır. Üstelik misafirler arasında David'in babası Henry Kentley ve kız arkadaşı Anita Atwater da vardır. Hiçbir şeyden habersiz bu insanlar partinin tadını çıkarmaya çalışırken, konuklar arasında bir isim ortamda bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmeye başlar... Aslında Rupert Cadell adındaki bu adam, Brandon'ın aklına sıradan insanların öldürülmesi gerektiği fikrini sokan kişidir. Ancak Rupert, Brandon'ın sandığı gibi soğuk kanlı bir katil de değildir.”

Aslında filmin birçok ilginç özelliği var: Tek mekanda geçmesi, kameranın hiç kapatılmaması, Hitchcock’un ilk renkli filmi olması, ilk Hitchcock-James Stewart buluşması vs… Şimdi bunları tek tek ele almaya kalkarsam herhalde sayfalarca yazmak zorunda kalacağım o yüzden dikkatimi en çok çeken kısma, yani diyaloglara değinmek istiyorum.
Arkadaşları David Kentley’i öldüren Brandon ve Philip ilginç şekilde bunu bir şölene çeviriyor ve evde bir parti veriyor. Fakat sandığa koydukları Kentley’in cesedi üzerinde babası ve nişanlısına yemek yedirmelerinden daha ilginç olanı Brandon ve Rupert Cadell arasında geçen diyaloglar.




Kentley’i öldürdükten sonra Philip’i yaptıkları işin ‘üstünlüğüne’ ikna etmeye çalışan Brandon ardından Rupert Cadell ile felsefi tartışmalara giriyor. Cadell’den daha önce duyduğu ''Cinayet bir sanat olarak ele alınmalı. Yedi sanat dalından bir değil ama yine de bir sanat. Cinayet işleme ayrıcalığı, zeki olan, geleneksel ahlak anlayışını aşmış, sanattan anlayan az sayıdaki seçkin bireylere ait olmalı.’' cümleleri nedeniyle cinayeti işlediği anlaşılan Brandon bu cümleleri yeniden Cadell ile tartışıyor.  Aslında Brandon’un bu cümleler nedeniyle cinayeti işlediği zannedilse de ben, daha derinlerde farklı nedenlerin olduğuna inanıyorum. Misalen Kentley’in Brandon’dan daha iyi bir kariyere sahip olması ve güzel bir nişanlısının olması gibi…





Daha da derinleştirilebilecek bu fikrimi çok uzatmadan doğrudan bir yere bağlamak istiyorum. Hitchcock sıradan bir yönetmen değil ya da bu işi para için yapan biri. Çok basit şekilde verdiği olayların derin bir arkaplanı vardır genelde. Özellikle 1948 yılında, yani İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından çekilen bu filmin büyük gönderimleri olmasa olmazdı zaten. 
Filmde Cadell’in sanat ve cinayet hakkında söylediği felsefi sözler sonunda bir insanın canına mal oluyor. Tıpkı savaşta gelişen bilimin yeni ölümler getirmesi gibi ya da ölümlerin filmdeki sanatsallığına paralel gerçek hayatta daha bilimsel bir hal alması. Muhakkak bunun etik ve ahlaki yönden de tartışılacak yönleri var. Ama şimdilik bu kadar yeter :) Zaman geçirmek için değil keyif almak için seyredenlere önerilebilecek bir film.

0 yorum:

Yorum Gönder

BİZ KİMİZ?

Biz, farklılıkları biraraya getirmek isteyen sanatseverleriz.
Bumerang - Yazarkafe