9 Ekim 2015 Cuma

ELEŞTİRİ: AMERICAN HORROR STORY HOTEL



Ryan Murphy ve Brad Falchuk'ın ortak yapımı olan American Horror Story'nin 5. sezonu geçtiğimiz günlerde ilk bölümünü yayınladı. Yayınlanmasıyla birlikte de birçok tartışmanın önünü açtı. Yeni sezondan bahsetmeden önce diğer sezonlara değinmek istiyorum, her sezonu kendi içerisinde değerlendirmek gerekiyor fakat yeni sezonu diğerleriyle kıyaslamadan geçemeyeceğim.





Geçtiğimiz sezonlara baktığımızda ilk sezon olan Murder House'da üç kişilik bir ailenin yeni bir hayata başlamak üzere şatomsu bir eve taşınmaları anlatılmıştı. Sağlam bir giriş, neredeyse hatasız bir gelişme ve herkesin olmaması için umut ettiği ama herkesin bildiği bir sonuç ile sezon kapatılmıştı. Sizi insanlık açısından pek de rahatsız etmeyen, bolca gerilim yaratan, arada bir korkutan, dozunda iğrendiren bir sezondu. Karakterlerin geçmişleri özenle işlenmişti ve bir süre sonra, yaptıkları o korkunç şeylere rağmen onlara hak vermeye başlamıştık. Yaptıklarını bir şekilde anlamamızı sağlamışlardı. Özellikle Constance'a karşı ilk başta duyduğum hafif dozdaki nefret, bir süre sonra sona erdi. Kızı ve oğluyla olan ilişkisi, hayatı, yaşamak zorunda kaldığı şeyler ile birlikte onu sevmeye başlamıştım. Ama bir yandan da Hayden karakterini canlandıran Kate Mara'dan da nefret etmemi sağlayan yapım yine Murder House'tır. O kadar iyi oynamıştır ki, gözümde Hayden'ın mide bulandırıcılığı ile Kate Mara birleşmiştir.





İkinci sezon olan Asylum ise tam anlamıyla bir efsaneydi. Sarah Paulson bu sezon ile hayranlığımı kazanmıştı. Bir gazeteci olan Lana Winters, yapılan usülsüzlükleri ve canilikleri araştırmak için bir akıl hastanesine gider. Oradan geri çıkması ise hiç kolay olmaz. Lana'yı lezbiyen olduğu için delilikle suçlarlar ve tedavi olması için onu akıl hastanesine kapatırlar. Hastanede sadece Lana değil, Kit de suçsuz yere oraya kapatılmıştır. Jessica Lange, bu sezonda da performansının harikalığından bir gram kaybetmemiştir. Yine ilk başlarda sinir olduğumuz hastanenin yöneticisi olan başrahibeyken, zamanla akıl hastalarından biri olur, yine ona karşı yumuşarız, yine onu anlar ve severiz. Kit Walker'a karşı ise onu izlediğiniz zamanların çoğunu acıma duygusuyla tamamlarsınız. Chloe Sevigny'ye gelirsek, sezonun sürpriz special guest'i kabul edebiliriz onu. Diziye gelip beni mutlu etme yetisine sahiptir. Genel olarak sezonu boyunca kendinizi gerçekten Asylum'da hissedebilir, boğulma hissine maruz kalabilirsiniz. Güzel olan kısım da buydu zaten hiç can sıkmadan sizi olayların içine çekiyor ve adeta orada yaşıyorsunuz.





American Horror Story: Coven, yani üçüncü sezona geldiğimizde Ryan Murphy'de farklı arayışlar görüyorum. Coven bana biraz teenagerları da işin içine katmak için yapılmış bir sezon gibi geliyor. Üçüncü sezonumuz bir cadı konseyi hakkında. Nesli tükenen cadıları daha lise çağlarındayken biraraya getirip yetiştirmeye çalışan mecliste bir de Supreme bulunuyor. Supreme aralarındaki en güçlü cadı olma özelliğini taşıyor. Tabiki de Supreme'imiz Jessica Lange'ın canlandırdığı Fiona karakteri. Emma Roberts'ın havası da bu sezon diziye farklı bir atmosfer yaratıyor. Ama iyi oyunculuklara, iyi konuya rağmen senaryodaki hatalar zaman zaman canınızı sıkıyor. Konuyu bu kadar sündürmenin ne anlamı vardı demeden geçemiyorsunuz. Hatta bazen The Vampire Diaries falan mı izliyorum yanlış yere mi geldim diye afallamadım değil. Ölen, öldüğüyle kalamıyor, kör kalan körlüğüyle kalamıyor, konu sündükçe sünüyor. Ve en can sıkıcı kısmı da sezonun sonu. Beklentilerimin çok daha altında kaldığını açıkça söyleyebilirim.





Dördüncü sezon olan Freak Show, sirk sahibi olan Elsa Mars'ın sirke gelmeleri için aynı bedende iki kafa olarak yaşamını sürdüren Bette ve Dott Tattler'ı ikna etme çabalarıyla başlıyor. İkizler ikna oluyor ve Freak Show geri kalan ucubelerle devam ediyor. Elsa Mars, hayalleri tamamen farklı olan ama hayatını sirkte devam ettirmek zorunda hisseden yetenekli bir kadındır. Life on Mars performansı da unutulmayacak kadar iyidir. Çok fazla ilgimi çekemeyen bu sezonun kötü olduğunu söyleyemem, ama çok harika olduğunu da söyleyemem. Kadrosundan iki bölümlüğüne Neil Patrick Harris'in bile geçtiği Freak Show benim gözümde kurtarılamadı.





American Horror Story: Hotel'in ilk bölümünün yayınlanmasının ardından da ilk izlenimlerimi aktaracak olursam eğer, ilk bölüm bana çok yüzeysel, görüntüde kalan, anlamsız, içi boş iğrençlik barındıran bir bölüm olarak göründü. Ryan Murphy'nin bilinçaltında neler yer aldığını artık tahmin edemiyorum. Ve Lady Gaga seçiminin çok saçma olduğunu düşünüyorum. İlgi çekmek için mi yapıldı? Lady Gaga'nın oyunculuğunu mu çok beğendi? Hele Max Greenfield'ın New Girl'den çıkıp buraya gelmesi beni yıktı. Farklı bir şeyler denemek istemiş olmasını anlarım ama ilk bölümde, karakterini tanıdığımız ilk saniyelerde zombimsi bir yaratık tarafından iğrenç bir şekilde tecavüze uğraması, diziyi gözümde düşürdükçe düşürdü. Sanki hiçbir şey anlatılmadan konunun ortasına zorla sürüklenmişim gibi hissettirdi. Giriş olmadan gelişmeye daldık. Lady Gaga ve Matt Bomer'ın garip sevişme sahnesi daha da iğrenmeme ve kendimi bölümün sonunu getirmek için zorlamama neden oldu. Dizide tek merak ettiğim kısım Wes Bentley'in canlandırdığı polis John Lowe'ın ölen oğluna neler olduğu ve Lowe'un Hotel'e taşındıktan sonra başına gelecek şeyler. Umarım ilerleyen bölümlerde dizinin içi doldurulmaya başlanır ve biz de sadece görsel bir show izlemek zorunda kalmayız.

0 yorum:

Yorum Gönder

BİZ KİMİZ?

Biz, farklılıkları biraraya getirmek isteyen sanatseverleriz.
Bumerang - Yazarkafe