25 Temmuz 2015 Cumartesi
Birer İnsanlık Gerçeği Olan Distopyalar
İnsan hayalgücünün, öngörüyle birleştiği nokta distopyalardır. Bu distopyalar insanlığın şuanki haline bakıp geleceği hayal ederek inşa ediliyor. Bazıları öyle iyi düşünülmüş ki, "İşte insanlığın gittiği nokta!" diyebiliyoruz. İnsanların kurduğu bu distopyaların gerçek olması mümkün ama çoğu senarist veya yazar sonunda insanların isyan edişini de konu ediniyor. Günümüzde bu durum teknolojik ilerlemelerle engellenmekle birlikte, isyanı ya da devrimi imkansız bir hale getiriyor. Bazı filmler de o kadar para kazanma odaklı düşünülmüşler ki, heryerlerinden saçmalık akıyor. Distopyalar insanların korkulu rüyalarını anlatırlar. Bir bakıma da onları uyarmak amaçlıdır. Hedef kitlesini gençlere odaklayan senarist ve yönetmenler ise bu amacın tam tersi olarak, ne yapacaklarını şaşırıp acaba nerden kısıp oraya aşk ve seks yerleştirsek de ergenlerin ilgisini çeksek diyorlar. Bu durumda o filmler distopik konusunu kaybediyor ve birer klişe aşk filmi halini alıyor. Bunu engellemeyi başarıp kendinden ödün vermeyen filmlerin sayısı da oldukça fazla. O filmlerden birkaçını sizler için seçtim.
Pleasantville (1998)
Başrollerinde Tobey Maguire, Reese Witherspoon, William H. Macy gibi isimlerin bulunduğu Pleasantville'de kendi yaşamları pek de iyi olmayan iki kardeşin bir gün kendilerini, sürekli izledikleri Pleasantville dizisinin içinde bulmaları konu edinilmiş. Siyah-beyaz bir dünyada yaşamaya başlayan David ve Jennifer, o sahte ve basit dünyayı renklendirmeye çalışıyorlar. Film tam anlamıyla bir distopya olmaktan çok siyasi-politik bir eleştiri filmi olma niteliği taşıyor. Farklı olan veya farklılık yaratmaya çalışan insanların toplum tarafından dışlanması, bastırılması ve son aşamada da yok edilmeye çalışılması anlatılmaya çalışılmış. Klasik American Dream'e eleştiriler getirdiği için Oscar'a aday olmasının engellendiği söyleniyor.
Gattaca (1997)
Bu film bana göre bir distopyadır evet. Nasıl bir çocuğa sahip olmak istediklerini ebeveynlerin seçtiği ve eğer çocuk sağlıklı değilse sistemin en alt tabakasına yerleştirildiği bir dünya ütopya olamacağı için bu filmin distopik olduğu sonucuna vardım.
Vincent, diğer kardeşi gibi özenle dna'sı hazırlanarak yaratılmayıp, bir aşk meyvesi olarak dünyaya gelir. Ama bu durum onun sağlıklı olmasına engel olmuş, gözleri bozuk, kalbi de hastadır. Bu durumda 30 yaşına kadar yaşayacağı söylenir. Vincent büyüyünce ona söylenenleri dinlemez ve hayallerinin peşinden giderek uzaya gönderilmek için elinden geleni yapar. Bunun için kusursuz bir plana ve yardım edecek insanlara ihtiyacı vardır.
Alphaville (1965)
Herşeyin mantığa dayandığı ve aşkın anlamının dahi bilinmediği bir dünyada geçer Alphaville.
Brazil (1985)
Sam Lowry kendini teknolojiden ve bürokrasiden yanında hayallerinin kadınıyla birlikte uzaklaşırken hayal eder ve bir anda kendisini hükümetin düşmanı olarak bulur. Film boyunca Lowry'nin kaçış ve uğraşlarını izleriz ama sonunda o da sisteme kurban gidenlerden biri olur.
Nineteen Eighty Four (1984)
Bilindiği üzere George Orwell'in yazarı olduğu 1984 romanı muhteşem bir distopya romanıdır. Komünist bir dünyayı anlatıyor olsa da aslında bütün rejimlere karşı çıkmıştır. Filmi roman kadar iyi değildir ama yine de izlenebilir.
Atomik savaştan sonra dünya üçe ayrılır. Olaylar Okyanusya'da geçer. Ülkede düşünce polisleri vardır ve insanlar bu polislerle kontrol edilir. Akıllarından yanlış düşünceler geçirenler sorgulanmak üzere götürülür ve korkunç işkencelere maruz kalırlar, bir süre sonra serbest kalırlar ancak öldürülmeleri için görevliler peşlerini bırakmaz. Herkes Big Brother'ın partisine karşılıksız bağlanmak zorundadır ve bağlıdırlar da. Özellikle çocuklar hükümetin askerleri konumundadır. Dillerini parçalayarak anlamsız kökler haline getirirler, parti sloganları olan "Savaş barıştır, Bilgi cahilliktir, Özgürlük köleliktir" gibi. Sevgi bakanlığı adı altında savaş yapılır, ama savaşın amacı insanları oyalamak ve gözlerini boyamaktır, yani savaşın gerçek olduğu bile şüpheli.
George Orwell bütün bu açılardan bakıldığında, yazdığı yıldan günümüze bir pencere açmış ve çoğu tahmininde haklı olduğunu göstermiştir.
Fahrenheit 451 (1966)
İtfaiyecilerin görevinin yangın söndürmek değil yangın çıkartmak olduğu distopik bir dünyayı anlatır. Kesinlikle kitap bulundurmak yasaktır ve bulunduran kişi cezalandırılır. Toplum kitap okuyanları dışlar, ihbar eder ama kimse neden kitap okumanın kötü olduğunu sorgulamaz. En sonunda Guy Montag isimli bir itfaiyeci bunu sorgulama kararı alır. Hatta evinde kitap gizlemeye başlar. Bir süre itfaiyeciliğe bu şekilde devam eder ancak daha sonra kaçıp kendi gibi olanların yanına saklanmak zorunda kalır. Ama yine de kaçınılmaz sonu onu bulur.
Upside Down (2012)
İki ayrı dünya vardır. Üstteki dünyada zenginler, alttakinde fakirler yaşar. Birbirleriyle iletişim kurmaları ya da birbirlerinin dünyalarına adım atmaları yasaktır. Yasak olmasının yanısıra yerçekimi kuralları buna izin vermez. Ama alttaki dünyada yaşayan Adam ve üsttekinde yaşayan Eden küçüklüklerinden beri birbirleriyle iletişim halindedirler. Bir süre sonra ikisi de birbirine ulaşamaz. Adam yıllar geçse de Eden'ı unutmamıştır ve zenginlerin dünyasına bir şekilde yakalanmadan geçmeyi başarır. Jim Sturgess ve Kirsten Dunst'ın başrolünde olduğu Upside Down, bir distopya olmasının dışında güzel de bir aşk filmi sunar.
Dark City (1998)
Hiç güneşin doğmadığı bir dünyada yaşayan John Murdoch, en sonunda cam fanusa benzeyen bir dünyada yaşadığının farkına varır. Her karakter her gün değişik bir kişiliğe bürünüp farklı bir hayatı yaşar. Bu dünyadan kaçış yoktur.
Hunger Games
Herkesin bildiği gibi yeni nesil bir distopya olan Hunger Games'in dünyası ara sıra klişelere kaçsa da genel olarak beğenimizi kazanabilen bir konuya sahip. Başkent dışında kalan bölgelerde yaşayan halk son derece fakirdir ve kontrol altında tutulup onlara gözdağı verilmesi için Açlık Oyunları düzenlenir. Sonucunda sadece bir kişi sağ çıkabiliyordur. Districtler sürekli polisler ve askerler tarafından kontrol edilip bastırılırlar. Aslında bu distopik dünya şuanda yaşadığımızdan çok da farklı değil. Azınlıkta kalan bir kısım zenginlik içinde yaşarken geri kalanlar entertainment dünyası tarafından uyutulur ve isyan etmeleri önlenir. İsyan edenler de toplumun dışında gösterilip kötülenir ve cezalandırılır. Bu nedenle gerçekliğe oldukça yakındır.
0 yorum:
Yorum Gönder